Şekere bayılmamızın altında yatan evrimsel neden nedir?

Şeker obezite, diyabet, yüksek tansiyon ve daha pek çok sağlık sorunun bir numaralı sorumlusu olarak gösterilmesine karşın istisnalar hariç hepimiz şekere bayılıyoruz. Şekerli yiyecekler tüketme arzusunu aşırı derece hisseden insanlar üzerinde yapılan çalışmalar, şekerin bağımlılık yaptığını ortaya koyan sonuçlar elde etmiş olsa da bu sonuçlar insanoğlunun şeker tüketme konusundaki toplu eğilimini açıklamaya yetmez. Şekere olan düşkünlüğümüzün altında bağımlılıktan daha güçlü bir neden yatmaktadır: Evrim.

Kalori lezzet ilişkisi

Besin kaynaklarına ulaşmanın çetin bir mücadele gerektirdiği tarih öncesi çağlarda, insan vücudu yüksek kalorili besinleri ayırd edecek, sindirecek ve depolayacak şekilde evrilmiştir. Bir yiyeceğin tatlı olması, o yiyeceğin kalorisinin yüksek olduğunun işaretidir. Bu yüzden insan vücudu, şekeri işleyip ve yağ olarak depolar. Şekeri yağ olarak depolayabilen atalarımız, yiyecek kaynaklarına ulaşmadıklarında hayatta kalmayı başardıkları için genlerini aktarma şansına da sahip oldular. Bunu yapamayanlar ise genlerini aktarma fırsatı bulamadan yaşam mücadelesine yenik düştüler.

Aslında şeker neredeyse tüm gıdalarda değişen miktarda bulunur. Et bile belli miktarda sakaroz içerir. İnsanoğlu kendisi için iyi olan (yüksek kalorili, sulu vb.) yiyecekleri lezzetli bulma, tam tersine zararlı hatta zehirli yiyecekleri mide bulandırıcı, iğrenç bulma gibi hayatta kalma konusunda son derece avantajlı bir özellik geliştirmiştir.

Fruktoz lezzet ilişkisi

Kalori ile dolu olmasına rağmen tatlı olmayan besinler de vardır. Yani tatlı olma, yüksek kalorinin tek göstergesi değildir. Örneğin doğal patates tatlı değildir ancak buna rağmen bol miktarda karbonhidrat içerir ve kalorisi yüksektir. O halde şekere olan düşkünlüğümüzün tek evrimsel nedeni, bol kalori sunması olamaz. Çünkü eğer öyle olsaydı, şekere düşkünlüğümüzün aynısını patatese karşı da geliştirmemiz gerekirdi. İşte buradan yola çıkarak prehistorik atalarımızın peşinden koştukları şeyin sadece kalori olmadığını anlıyoruz. Aslında atalarımız şekerin değil, kalori ile birlikte vitamin ve lif ihtiva eden meyve şekerinin yani fruktozun peşinden koşuyorlardı. Üstelik doğada meyveye ulaşmak çok zordu.  Az bulunduğu yetmezmiş gibi ağaçlarda yetiştiğinden tırmanmak gibi tehlikeli ve zor bir görevi başarmayı gerektiriyordu. Eğer tatlıya karşı böylesine güçlü bir arzu duymuyor olsaydık bu zorlu görevleri yerine getiremezdik.

Zehir

Tatlı tadını ayırt edebilme konusundaki eşiğimiz hayli yüksektir. Bir yiyeceğin içindeki şekeri fark edebilmemiz için içerdiği şeker oranının %0,5 olması gerekir. Bu sayede bir meyvenin yemeye uygun olacak kadar olgunlaşıp olgunlaşmadığını anlayabiliriz. Öte yandan acı konusundaki tat eşiğimiz ise çok düşüktür. Çünkü doğada acı tat, zehirlilikle doğrudan ilişkilidir. Bir gıdanın tadı, o gıdayı yiyip yememe konusunda doğru kararı vermemizi sağlayan bilgiyi saklar. Evrim, doğada hayatta kalabilmemiz için gereken önemli bilgileri, zihinlerimizle kavrayamayacağımız zamanlarda genlerimize kaydetmiştir.

Tarih öncesi çağlarda toplayıcılık yapan kadın, tatlıyı ve acıyı fark edebildiği oranda hayatta kaldı. Bu sayede hem bebeklerini beslediği anne sütünün laktoz seviyesini (sütün içerdiği şeker) yükseltti hem de ailesini zehirlenmekten daha iyi korudu. Yani prehistorik kadın, şekerli yiyeceklere meylettiği oranda genlerini aktarma şansını artırdı. Bu durum nesilden nesle şeker konusunda daha duyarlı hale gelmemizi sağladı. Şeker yaşama şansının artması anlamına geldiğinden, ödül mekanizmasını harekete geçiren transmitter (dopamin) salgılanır ve böylece mutlu hissederiz.

Hayatta kalmama şansımızı artıran şeker nasıl olur da hastalıklara yol açar?

Doğal yaşamda obezite diye bir problem yoktur. Obezite aslında yeni bir olgu olup, ortaya çıkmasının tek nedeni şeker değildir. Örneğin, Kuzey Tanzanya’da yaşayan Hadza kabilesi insanları, yüksek oranda şeker tüketmelerine rağmen bu kabile dünyanın en sağlıklı topluluklarından biridir.

Bunun nedeni Hadza insanlarının rafine edilmemiş bal yemesidir. Yüksek şeker yoğunluğuna sahip, doğal besinlerde genellikle bol miktarda lif, vitamin ve protein vardır. Maalesef ki süpermarketlerden satın aldığımız balların neredeyse tamamı bu besleyici ögelerden yoksundur. Sonuç olarak doğal kaynaklı şeker sağlığımız için kötü değildir. Obezite salgınının esas nedeni, şekeri rafine ederek, doğada mümkün olamayacak şekilde izole ederek tüketmemizdir. Evrim hayatta kalmamızı sağlayan bilgileri deneme-yanılma yoluyla bulan ağır bir süreçtir. Şekerin günümüzde yol açtığı zararlar, kim bilir belki de gelecekte insanoğlunun şekere duyduğu güçlü arzunun sönmesine neden olacaktır.

Kaynaklar:

Benzer Kanıtlar