Duygu durumumuza derin bir keder ve üzüntü hakim olduğunda birçoğumuz depresyona girmekte olduğumuz endişesini yaşarız. Oysa klinik depresyon, üzüntü ve keder hissinden öte belirtileri olan bir hastalıktır. En sık gözlenen belirtiler uyku ve iştah değişiklikleri, konsantrasyon bozuklukları ve hiçbir şeyden zevk almamadır. Hastalığın birçok formu (mevsime bağlı depresyon, distimi, bipolar bozukluk vb.) vardır. Bağışıklık sistemi de dahil olmak üzere vücudumuzun birçok sistemini etkiler. Üzerinde en fazla araştırma yapılan konulardan biri olmasına rağmen meydana gelme nedenlerinin net olarak belirlenmesi güçtür.

Depresyonla ilgili ilk psikolojik teoriler nevrozlara neden olan bilinçaltı çatışmalar üzerine kurulmuştur. Son elli yıldır konu üzerinde çalışmalar yapan bilim insanları hastalığın davranışsal, bilişsel ve biyolojik nedenlerine odaklanmıştır.

Davranışsal ekol, hayvan ve insan davranışlarını inceleyerek, temel öğrenme mekanizmalarının çevresel faktörlerle etkileşimi üzerine odaklanırken, bilişsel psikoloji insanın bilgiyi edinme ve işleme süreçlerindeki değişikliklere, biyoloji ise vücudumuzda meydana gelen fiziksel ve kimyasal değişimlere ve genetik özelliklere odaklanmıştır.

Biyolojik değişiklikler: Depresyon sırasında insan beyninde bir takım fiziksel değişiklikler olduğu tespit edilmiştir. Bu değişimlerin etkisi halen belirsizliğini korumaktadır.

Beyin kimyası: Nöronlar arasında iletişimi sağlayan kimyasallar olan nörotransmitterlerdeki işlevsel bozuklukların depresyona yol açtığı yönünde bulgular elde edilmiştir. Depresyon tedavisinde kullanılan ilaçlarla çoğunlukla bunların düzeltilmesi amaçlanır.

Hormonlar: Vücudun hormon dengesindeki değişiklikler depresyonun tetiklenmesinde etkili olabiliyor.  Gebelik ve loğusalık dönemlerinde, menopoz ve tiroit problemlerinde depresyon riski yükseliyor.

Genetik Özellikler: Genlerimizle depresyon arasında da bağlantı kurulmuştur. Genlerimiz nörotransmitterlerimizi etkilediğinden beyin kimyamızdaki depresyon riskinin genlerimiz tarafından etkilendiğini söyleyebiliriz. Bununla birlikte depresyon görülme sıklığının bazı ailelerde çok daha yoğun olması, depresyona yol açan kalıtsal bir eğilim olduğunu düşündürmektedir. Bilim insanları depresyona neden olabilecek genleri bulmaya çalışıyorlar.

Depresyonun anlaşılmasında önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Fakat yukarıda kısaca tarifi yapılan tüm yaklaşımların bulguları aslında henüz tam olarak ortaya çıkarılmamış yollarla birbirine bağlıdır. Depresyon konusunda biliminin geldiği noktada disiplinler arası (biyopsikososyal) bir yaklaşım devreye sokulmuştur. Genetik, nöro-kimyasal, psikolojik ve çevresel faktörlerin birlikte değerlendirilmesiyle depresyonun karmaşık tablosu aydınlatılmaya çalışılmaktadır.

Kaynaklar

Benzer Kanıtlar