Hafıza kaybı sonucunda adını bile unutan hastalar, nasıl olur da konuşmaya, binlerce kelimeyi hatırlamaya ve doğru bir şekilde kullanmaya devam ederler diye hiç düşündünüz mü?

50 İlk Öpücük (50 First Date)

Amnezi birçok yönü ile öylesine ilginçtir ki filmlerde ve romanlarda sıklıkla karşımıza çıkar. Amnezi temalı film denilince birçoğumuzun aklına ilk gelen film, ülkemizde “İlk 50 Öpücük” adı ile yayınlanan romantik komedi filmi olur. Çünkü birçoğumuz nadir rastlandığı için pek de bilinmeyen bir amnezi tipini bu film sayesinde öğrendik. Yeni anılar oluşturma, yeni bilgiler edinme kabiliyetinin kaybedilmesi şeklinde ortaya çıkan amnezi tipine, anterograd amnezi denir. Ancak filmde hastalığa uydurma bir isim verilmiş, Goldfield sendromu denilmiştir. Barymore’un canlandırdığı karakter, adeta bir zaman periyoduna sıkışmıştır. Kazadan sonra yaşadığı hiçbir anıyı belleğine kaydedemediği için kazadan sonra yaşadığı her günü aynı gün sanarak yaşamaya başlamıştır. Filmde bir başka karakter ise “10 saniye Tom” adı ile anılmaktadır ve Tom bir bilgiyi en fazla 10 saniye aklında tutabilmektedir. Bu amnezi tipinin kurgu gereği abartıldığını düşündüyseniz yanıldınız. Ünlü bir İngiliz müzisyen olan Clive Wearing, tıpkı Tom gibi çok kısa süreli bir belleğe sahiptir. Hatta Wearing herhangi bir bilgiyi en faza 7 saniye aklında tutabilmektedir.

Clive Wearing

Amnezi; bilginin alınması, depolanması, geri çağırılabilmesi için gerekli yolların tesis edilmesi gibi kritik süreçlerden herhangi birinde meydana gelen sorun nedeni ile ortaya çıkar.

Anterograd amnezinin tersine retrograd amnezi denir. Retrograd amnezide hasta, geçmişi hatırlayamaz, geçmişinde tanıdığı kişileri tanıyamaz. Her iki tip amnezi de kaza, şiddetli psikolojik travma veya hastalıklar nedeniyle ortaya çıkan beyin hasarından kaynaklanır.

Anterograd amezyaklar kazaya kadar olan anıları hatırlarken, retrograd amnezyaklar biraz önce ne olduğunu hatırlayamadıkları gibi bilgileri ayrıştırmak ve düzenlemek gibi imkanlardan da yoksun olduklarından bir bilginin ardında ne yattığını kavrama güçlüğü çekerler. Bu nedenle birçok retrograd amnezyak durumunu farkındadır. Ancak anterograd amnezyakların (zorlandıklarını da unuttuklarından) durumlarını farkına varmaları çok daha zordur.

Anterograd amnezinin, beynin orta temporal lobu ve hipokampüsün belirli bölgelerinde meydana gelen sorundan kaynaklandığı bilinmektedir. Bu bölgeler, kısa süreli bellek işlevi gördüğü için buradaki hasar, yeni anıların kısa süreli bellekten uzun süreli belleğe aktarılamamasına ve hastaların yeni bilgileri depolayamamasına neden olur.

Kim olduğunu bile hatırlamayan biri, nasıl olur da konuşmayı unutmaz?

Bu soruyu yanıtlamak için öncelikle belleğin nasıl bir doğası olduğunu açıklamak gerekir. Nörologlar, hafızayı deklaratif ve prosedüral hafıza olarak ikiye ayırırlar. Adından da anlaşılacağı gibi usule uygun bilgiler prosedürlerle ilgilidir. Bu bilgilerin edinilmesinde bilişsel ve motor beceriler birlikte kullanılır: Bisiklete binmek, araba sürmek, ayakkabı bağcığını bağlamak vb. Deklaratif hafıza ise gökyüzünün renginin mavi olduğu, İstanbul’un 1453 yılında fethedildiği gibi gerçeklerle ilgilidir.

Prosedüral hafızada yer alan bilgilere erişim, bilinçsiz ve örtük bir şekilde yani adeta kendiliğinden olur gibi gerçekleşir. Bisiklete nasıl binildiğini hatırlamadığınızı düşünseniz de bir defa nasıl binileceğini öğrendiyseniz, seneler sonra yeniden denediğinizde, binebildiğinizi görürsünüz.

Deklaratif hafıza ise bilinçli ve açık bir erişim gerektirir. Deklaratif hafıza, epizodik ve semantik hafıza olarak ikiye ayrılır.

Epizodik hafıza, deneyimlerimiz sonucu oluşan anılarımızdır. Bu bilgiler çoğunlukla belli bir kontekste dayanır ve tekrar edildikçe güçlenir. Bu bilgiler, diğer bilgilerden bağımsızdır ve bunların kendine has referansları vardır.

Semantik (anlamsal) hafıza ise herhangi bir referansa veya kontekste bağlı olmayan saf gerçeklerden oluşur. Yani matematik öğretmeninizin nasıl biri olduğuna ait bilgileriniz epizodik, 2+2=4 olduğuna dair bilgimiz semantik hafızamızdadır.

Semantik Hafıza ve Dil

Semantik hafıza, kelimelerin ve nesnelerin anlamlarına dair bilgilerin uzun dönemli kayıtlarını tutar. Semantik hafızanın bulunduğu bölgenin zarar görmesi, ayakkabının kavramsal bilgisine sahip olmaksızın ayakkabıyı bağlayabilme kabiliyetinin sürmesini sağlar. Aynı zamanda bu hasar epizodik bellekteki bilgileri de etkilemez. Bir başka deyişle, dilin semantik doğası, hafızasını kaybeden kişiye elmayı ne kadar çok sevdiğini unuttururken, elmanın ne olduğunu unutturmaz.

Aslında dil, sembolik bir kelime-anlam metodolojisidir. Temel kelime bilgisi semantik hafızada temsil edilir. Yani duygusal bir etkinin söz konusu olmadığı kelime bilgisi, semantik bilgidir. Semantik hafıza ile ilgili çalışmalar dil süreçleri hakkında çok önemli detayların öğrenilmesini sağlamıştır.

Bunun da ötesinde dil, bir ölçüde prosedürsel hafıza ile de ilgilidir. Çünkü dile dair bilgiler, sık tekrarlanan yapıdaki bilgiler olarak bilinçsizce kullanılmaktadır. Kuşkusuz semantik bellek, epizodik bellekten tamamen izole değildir. Hafızasını yitiren kişiler, dilin yapısal ilişkilerine dair semantik bilgileri muhafaza ettikleri sürece dili kullanmaya devam edebilirler.

Hem retrograd hem de anterograd amneziden muzdarip olan müzisyen Clive Wearing’in konuşma yetisinde herhangi bir sorun olmamakla birlikte eskiden olduğu gibi piyano çalmaya da devam edebilmiştir.

Konuşma Yitimi

Konuşma yitiminin yani afazinin oluşması semantik hafızanın hasar görmesi sonucu gerçekleşir. Tıpkı amnezi tipleri gibi afazinin de tipleri vardır. Broca afazisinde, hasta dili anlar ama konuşamaz. Wernickle afazisinde ise dil yapısı kontrolü bozulmamıştır, hasta konuşabilir ama konuşmalarından anlam çıkarmak mümkün olmaz. Ancak her şeye rağmen dil yapısı öylesine derin bir şekilde içimize yerleşmiştir ki sözlü dili kullanamayan hastaların birçoğu, vücut dilini kullanarak ya da çizerek iletişim kurmaya devam edebilmektedirler.

Araştırmacılar hafıza kaybını, hafızanın kaybedilmesinden ziyade o bilgilere erişimi sağlayacak yolların kaybedilmesi olarak tanımlıyorlar. Bir araştırmada, anterograd amneziden muzdarip hastalardan defalarca aynı yap-bozu yapmaları istenir. Daha önce yapmış olduklarını hatırlamadıkları halde tekrar sayısı arttıkça, hastaların yap-bozu tamamlama süresinin kısaldığı gözlenir. Bu gözleme dayanarak, hastanın anılarını hatırlamadıkları halde gizemli bir şekilde onlara sahip olduğu söylenebilir. Amnezinin henüz tıbbi tedavi imkanı yoktur.

Anılar bizi biz yapan şey mi?

İnsanoğlu antik çağlardan bu yana “bizi biz yapan şeyin ne olduğu” sorusunu yanıtlamaya çalışıyor. Geçen yıllar, insanın görünüşünün, düşüncelerinin hatta hücrelerinin bile değişmesine neden olur. Ancak o insan, olduğu kişi olmaya devam eder. O halde; değişen her şeyin altında değişmeyen bir şey olmalı. Bu soruya Descartes, kişisel kimliğin deneyimlerden ayrı olarak var olduğunu öne sürerek yanıt verir. Bunu kartezyen egoda yer alan “ruh” olarak tanımlar.

Descartes

Hume ise tam tersine, kimliğin deneyimlerin toplamından oluştuğunu iddia eder. Ona göre insan, sadece düşünceleri ve hatıralarından meydana gelir. Hume hafızanın doğasının bizi kalıcı bir benlik doğamız olduğu yanılgısına düşürdüğüne ve kendimizi deneyimlerimizin toplamından başka bir şey olduğumuzu sanmamıza yol açtığına inanır. Hume’un bu görüşlerinin yaşadığı çağ için son derece cesur görüşler olduğunu söyleyebiliriz. Zira bu düşünceler Hristiyanlık ile çelişir niteliktedir. Ancak yukarıda okumuş olduğunuz nörolojik çalışmalardan elde edilen bilgiler arttıkça, Hume’un görüşleri daha makul bulunmakta ve daha fazla taraftar toplamaktadır.

Not: Son olarak amnezinin demansla karıştırılmaması gerektiğini hatırlatmalıyız. Demansta benlik duygusu erozyona uğrarken, amnezi söz konusu olduğunda hastanın kişiliği çoğunlukla korunur.

Kaynaklar:

Benzer Kanıtlar