Çağdaş bir felsefi yaklaşım olan feminizm, dünyaya makro açıdan bakarak toplumdaki tabakalaşma ve eşitsizliklere odaklanmış bir çatışma teorisidir. Kadının eğitim, aile ve iş gücü gibi farklı alanlardaki toplumsal rolünü ve deneyimlerini inceler.

Aslında feminizm sadece cinsiyet eşitsizliğini değil, toplum yaşamında ortaya çıkmış olan tüm eşitsizlikleri alışılagelmiş bakış açısının ötesine geçerek değerlendirme gayretini ortaya koyan felsefi bir harekettir.

Feminizm, bireylerin (bilhassa kadınların) önemsiz imaj klişeleri içerisinde değerlendirilerek cinsiyet bazlı sosyal roller üstlenmesi konusunda teşvik edilmeleri ve zorlanmalarına karşı çıkar.

Feminist Teorinin Farklı Yaklaşımları:

1) Toplumsallaşma sürecinde toplumun inşa ettiği cinsiyet farklılıklarına odaklanır.

Her toplum kurallar, gelenekler ve beklentiler yaratır ve bunları nesilden nesle aktarır. Buna cinsiyet ile ilgili beklentiler de dahildir ve toplumsal düzen içinde bu beklentiler ödüllendirilir ya da cezalandırılır. Bu bakış açısıyla feminizm toplumda kadının deneyim ve pozisyonunun erkeklerden nasıl farklı olduğunu inceler. Toplum yaşamında genellikle erkeğe ve kadına farklı roller biçilir. Kadına yumuşak başlı, duygusal, boyun eğen; erkeğe sert, saldırgan ve savaşçı kişilik özellikleri uygun görülür. Kadınlardan evde kalıp ailenin bakımı ile ilgilenmesi beklenirken, erkekler çalışmaya gider ve savaşırlar. Ataerkil toplumlarda kadınlar “öteki” olarak tanımlanır ve kenara itilir. Yani toplumda erkekler tarafından belirlenen sınırlara hapsedilirler. Toplumsal cinsiyet farkları nedeni ile kadınlar nesneleştirilir. Kadından güzel olmasının beklenmesi de maruz kaldığı nesneleştirmenin bir başka dışa vurumudur.

2) Cinsiyet eşitsizliklerine odaklanan feminist teori:

Cinsiyet eşitsizliği toplumda her davranış ve kurumun merkezindedir. İktidar, sorumluluk ve cinsiyete bağlı önyargılar kapitalist toplumun her tarafına nüfus eder ve kadının “ikincil olması” içselleştirilmiş bir özellik olarak ortaya çıkar. Ataerkil toplum, erkeği ailenin ve toplumun başı olarak konumlar. Bu toplum yapısının baskın olduğu durumlarda evlilik kurumunu incelemek bile cinsiyet eşitsizliğinin alenen ortaya koymaya yeterlidir. Yapılan araştırmalarda evli kadınların, evli erkeklerden ve bekar kadınlardan daha yüksek stres düzeyine sahip olduğu görülmüştür. Bu toplumlarda kadınlardan evine odaklanması, kamusal alanda daha pasif olmaları beklenir. Aile içi iş bölümünde cinsiyet ayrımcılığı söz konusudur. Cinsiyet ayrımcılığına en iyi örneklerden biri Stanford Üniversitesi’nde çok büyük başarılara imza atan bir profesör olan Dr. Ben Barres’in yaşam öyküsüdür. Dr. Barres nörobiyoloji alanında çığır açan keşiflerde bulunmuş, aynı zamanda bilimde cinsiyet eşitsizliğine savaş açmıştır. Dr. Barres dünyaya kadın olarak gelmiş (XX kromozomları ile doğmuş) ve 42 yaşına kadar Barbara Barres olarak yaşamıştır. Ancak daha sonra tedavi ve ameliyatlarla erkek olmuştur. Barres’in yaşamını ve mücadelesini feminizm, cinsiyet ayrımcılığı (seksizm) açısından önemli kılan ise profesörün Ben adı ile yayınladığı bilimsel çalışmaların Barbara adı ile yayınladıklarından açıkça daha başarılı bulunmasıdır. Aslında Ben ve Barbara tamamen aynı insan olmalarına rağmen toplumsal ön yargılar, profesörün yaşam öyküsünde büyük bir açıklıkla gözler önüne serilmiştir. (Konu ile ilgili daha detaylı bir makale)

Prof. Dr. Ben (Barbara) Barres

3) Cinsiyet baskısının iktidarla ilişkisine odaklanan feminist teori:

Bu yaklaşıma göre endüstri devriminden sonra ailede iki tür rol belirlenmiştir. Bu rollerden avantajlı olana sahip olan erkek, daha iyi eğitim alma imkanına kavuşmuştur. Ekonomik anlamda da gücü elinde tutan erkek böylece toplumda ayrıcalıklı bir konuma ulaşmıştır. Bazı feministler kadınların kendi değerlerini ve güçlerini farkına vardıklarında bunu değiştirebileceklerini düşünmektedirler.

4) Yapısal baskıya odaklanan feminist teori:

Onlara göre kadına uygulanan baskı ve eşitsizlik kapitalizm ve ataerkil toplum ve ırkçılığın bir sonucudur. Kadınlar, işçi sınıfı gibi kapitalist üretim modelinden dolayı sömürülmektedir. Ancak toplumda bütün kadınlar aynı şekilde baskı görmez. Cinsiyet eşitsizlikleri; ırk, sınıf, cinsel yönelim, yaş ve engellilik gibi diğer toplumsal eşitsizliklere ve hiyerarşiye bağlıdır. Ataerkil toplumlarda toplumsal cinsiyet özelliklerinde farklılıklar vardır. Erkekler akılla ilişkilendirilir, kadınlarsa vücutla. Bu da kadınların mal ya da nesne olarak görülmesini mazur göstermekte kullanılır. Kadın vücudu tarih boyunca çocuk doğurmaktan modaya, diyet programları uygulamak gibi modern eğilimlere kadar her daim nesneleştirilmiştir. Kadınlar nesneleştirildikçe, erkekler de çalışma ve savaşma ile yükümlü olmuştur. Elbette bu durum erkekler için de handikaptır. Nasıl ki kadınlara hayata katılımda pasifleştirme baskısı uygulanıyorsa erkeklere de aktif katılım baskısı uygulanmaktadır. Bu anlayış dilimize de yansımıştır, örneğin; iş adamı ve bilim adamı vb. terimler. Yapısal baskıya odaklanan bazı feministler bu terimleri cinsiyetsizleştirmeye çalışmaktadır. (Olağanüstü Kanıtlar da makalelerinde “bilim insanı” terimini kullanmaktadır.) Bu yaklaşımı benimseyen feminist teori, kurumlardan kaynaklanan kadın ve erkek arasındaki eşitsizlikleri göstermek için topluma farklı bir bakış açısı ile bakar. Büyük resme bakarak bir insanın yaptığı araştırmanın onu yapan kişinin kadın veya erkek olmasına bağlı olarak yüceltildiğini ya da değerinin azaltıldığını ayırt eder. Aynı pozisyondaki kadın ve erkek maaşları arasındaki farkı ve her iki cinsiyetin maruz kaldığı beklentileri görür. Sonuç olarak bu yaklaşım, toplumdaki her türlü eşitsizliği ve baskıyı gözler önüne sermeye ve tüm çabasını bunu ortadan kaldırma yönünde kullanmayı temel prensip olarak benimsemiştir.

Kaynaklar:

Benzer Kanıtlar