Yapmamam gerektiğini biliyorum ama elimde değil, kendimi alıkoyamıyorum diye ne kadar ısrar edersek edelim, aslında hepimiz gayet iyi biliyoruz ki her şeyi bilerek ve isteyerek yapıyoruz.

Varoluşçu filozof Jean-Paul Sartre’a göre insanlar her yerde ve her zaman tamamıyla özgürdür. Ancak özgürlüğün hiç de yabana atılmayacak ağır bir bedeli vardır. Bu bedel, kararların mutlak sorumluluğunu atılan adımın yarattığı belirsizlik ortamında omuzlarında taşımaktır. İşte insanoğlu çok ihtiyaç duyduğunda bu ağır bedelden kaçınabilmek için Sartre’ın “mauvaise foi” adını verdiği, dilimize “kötü kader” olarak çevirebileceğimiz kavramı geliştirmiştir. Başka bir deyişle “kötü kader” özgürlüğümüzden kaçma bahanemizdir. Verdiğimiz kararların sorumluluğunu reddetmek için, kararlarımızın özgür seçimlerimize değil koşulların sınırlayıcı yapısı altında gerçekleşmiş mecburi seçimler olduğunu iddia ederiz. Kötü kader böylece hem kararlarımızın sorumluluğundan kaçma imkanı sunar hem de kararın yol açtığı belirsizlik durumuna dayanmamızı kolaylaştırır.

Örneğin, memnun olmadığı bir şeyi değiştirme cesaretini gösteremeyen kişinin, değiştirmeye yönelik alınabilecek aksiyonların içinde yaşadığı toplumun, ailesinin veya çalıştığı iş yerinin kurallarına aykırı olmasının ardına saklanması.

Ancak hepsinden de ilginci aslında kötü kaderin sıradan bir bahaneden hiçbir farkı olmamasıdır. Çünkü en nihayetinde özgürlüğün omuzlarımıza yüklediği sorumluluktan kaçmak mümkün değildir. Bu özgürlük ve sorumluluk bilincimizin ayrılmaz bir parçasıdır. Kötü kaderle ilgili paradoks, özgürlüğümüzden hem haberdar hem bihaber olmamızdır.

Sartre’ın özgürlük kavramı hem çarpıcı hem biraz sorunludur. Timothy Sprigge yeterince biyolojik olmadığını da iddia eder. Alkolün etkisiyle davranışlarının kontrolünü tamamen kaybetmiş birini hayal edin. Bu kişi, alkolün beynine yaptığı etkiyle hareket ettiğini sanır. Halbuki hem alkollü hem de alkolsüz davranışları aynı beyin tarafından kontrol edilmektedir.

Kaynaklar:

Benzer Kanıtlar