II. Dünya Savaşı sırasında Amerika ve SSCB ortak düşmanları Nazi Almanyası’na karşı iş birliği yaptılar. Ancak savaş sona erdikten sonra dost kalmaları için gerçek bir sebep kalmadı. Aslında küresel iletişimin gelişmesi, ticaret yapabilme imkanlarını artırınca barışçıl politikaların önemi artmıştı. Ancak ne yazık ki Stalinist Komünizm ile Amerika’nın Neoliberal Kapitalizm’i ideolojik anlamda birbirinin tam tersiydi. Dönemin barışçıl siyaseti baskın kılan dinamikleri, ideolojileri taban tabana zıt iki güçlü ülkenin rekabeti ile birleşince Soğuk Savaş ufukta belirdi. Her iki ülke açıkça bir düşmanlık sergilemeden, birbirlerini zayıflatma çalışmalarına girişti.

Bu tehlikeli rekabetin tam olarak nasıl başladığını anlatabilmek için II. Dünya Savaşı’nın sonuçlarına dönmeliyiz.

Yalta Konferansı

Amerika ve Sovyet Rusyası arasındaki gerginlik, 1943 yılına kadar geri gider. Almanya’nın teslim olmasından sonra “Büyük Üçlü” İngiltere Başbakanı Winston Churchill, ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt ve Sovyet Başbakanı Josef Stalin, Tahran’da bir araya geldi. Dünyanın ne yöne gideceği konusundaki kararların alındığı bu toplantıda taraflar sadece Polonya konusunda anlaşamadılar.

Polonya, Hitler’in dehşeti altında büyük acılara sahne olmuştu. Görev başına gelmeyi bekleyen biri komünist diğeri anti-komünist olan iki hükumet söz konusuydu. SSCB komşusu olan Polonya’da komünist hükumetin iktidara gelmesini istemekteydi. Roosevelt ve Churchill Polonyalılar’ın kendi hükumetlerini seçmeleri teklifinde bulundular.

1945 yılında Büyük Üçlü bu defa Yalta’da bir araya geldiler. Stalin talebinde ısrar edince diğer iki ülke, halk kendi hükumetini seçene kadar komünistlerin iktidara gelmesini kabul etti. Komünist parti geçici bir hükumet kurdu ve ardından seçimlere gitti. Seçim iktidardaki komünist partinin galibiyeti ile sonuçlandı. Ancak bu zafer, komünistlerin iktidarda olma avantajlarını kullanarak seçimleri manipüle ettikleri iddiaları ile karşılandı. Bunun üzerine Amerika’nın, Sovyet karşıtı tutumu şiddetlendi ve Amerika Yalta Anlaşması’nı geçersiz saydığını ilan etti.

Silahlanma Yarışı

Hitler Almanyası’nın yıkıcı tutumuna karşı bir tehdit olması amacı ile dünyanın ilk atom bombasını üretmek için kolları sıvayan ABD, Manhattan Projesi’ne 2 milyar dolar yatırmıştı. Bomba yapımı tamamlanmadan Almanya teslim oldu. ABD projeye devam etti ancak artık bombanın yeni bir hedefi vardı: Japonya. ABD’nin Japonya’yı hedef almasının güçlü sebeplerinden biri dünyaya bilhassa Sovyetler’e Amerika’nın gücünü göstermekti.

Amerika’nın nükleer silahı olan tek ülke olarak kalması fazla uzun sürmedi. Hiroşima’dan sadece dört yıl sonra Sovyetler ilk prototip nükleer bombasını patlattı. Yapılan soruşturmalarda bomba üretimine ait bilgilerin Amerika’nın laboratuvarlarından Komünist casuslar tarafından çalındığı anlaşıldı.

Böylece ABD-SSCB Silahlanma Yarışı başladı. Bu yarış her iki ülkenin de daha fazla nükleer silah üretmesine neden olurken, Hiroşima’ya atılan “Şişman Adam Bombası”ndan neredeyse 100 kat daha güçlü olan hidrojen bombası icat edildi. Ardından insansız teknoloji kullanılarak konuşlandırılabilecek nükleer savaş başlıkları geliştirildi. Sadece 8’inin patlaması bile gezegenimizi yok edebilecek nükleer başlıklardan her iki ülke de binlerce üretti. Neyse ki bunlardan hiçbiri konuşlandırılmadı. Ancak şu anda bile bunlardan birinin yanlışlıkla patlaması endişe yaratıyor.

Truman Doktrini

1946 yılında o sırada Sovyetler Birliği’nde görevli bir diplomat olan George Keenan ABD’ye muhtıra niteliğinde bir bilgilendirme yazısı gönderir.

Keenan’ın Stalinist rejimi eleştirdiği 8.000 sayfalık dokümandan bir sayfa.

SSCB’nin dünya üzerindeki etkisini yaygınlaştırma amacında olduğunu bildirir. ABD’nin sorumluluk üstlenerek, SSCB’yi güçlü bir düşman olarak görmesi gerektiğinin altını çizer. Keenan’ın bu makalesi, Başkan Truman tarafından da benimsenerek Amerika’nın resmi politikası haline gelerek Truman Doktrini adını aldı.

George Keenan

Bu doktrin uyarınca ABD, şiddeti teşvik eden totaliter rejimlerin karşısında yer alacağını açıkladı. Bu karar, ABD’nin global politikası haline gelerek, Kore Savaşı’nın da nedeni olmuştur.

Kore Savaşı

II. Dünya Savaşı sırasında Kore, Japonlar tarafından işgal edilmişti ancak Japonya teslim olduktan sonra Kore’nin kuzeyi Sovyetler, güneyi ise Amerika tarafından yönetilmeye başlandı. Bir süre sonra karşılıklı anlaşmalarla her iki ülkenin askerleri ülkeden çekilirken yerlerinde iki karşıt görüşlü hükumet bıraktılar. Sovyet yanlısı Kuzey Kore hükumeti ve Amerika yanlısı Güney Kore hükumeti. Kuzey Kore lideri Kim Il Sung askeri açıdan zayıf olan Güney Kore’yi topraklarına katabilir ve tek bir Kore Hükumeti kurulabilirdi belki ama Truman doktrini buna müsaade etmedi. Bunun üzerine Kim Il Sung, Sovyetler’den yardım istedi. Sovyet lideri Stalin, Kim II Sung’u yeni komünist komşusu Çin’e yönlendirdi. Çinli lider Mao Zedong, Amerikan birliklerinin Kuzey Kore’yi işgal ettikten sonra Çin’i komünizmden “kurtarma” çabasına gireceğinden korkuyordu. Bu nedenle Çin de savaşa dahil oldu.

Not: Kore savaşı ile ilgili daha detaylı ilginç bilgiler için daha önce yayınlamış olduğumuz “64 yıl önce biten Kore Savaşı’nın halen süren mayın temizliği ve savaşla ilgili en ilginç gerçekler!” başlıklı makalemizi okuyabilirsiniz.

Marshall Planı

ABD komünizmle mücadelesinde kullandığı askeri ve siyasi gücüne ekonomik bir kanat daha eklemeye karar verdi. Böylece Marshall Planı ortaya çıktı. II. Dünya Savaşı’nın tahrip edici etkisi Avrupa ülkelerini istikrarsızlığa sürüklemişti ve Amerika bu ortamın komünist partilerin güçlenmesine yol açabileceğinden korkuyordu. Komünist partilerin güçlenmesini önlemek amacıyla George C. Marshall, Avrupa ülkelerine önemli bir mali yardım programı tasarladı. Ancak kuşkusuz bu plandan Doğu Avrupa Komünist ülkeleri yararlanamadı.

Ancak bir süre sonra komünizmle yumuşak bir tarzda mücadele eden Truman Doktrini, zayıf ve yetersiz bulunmaya başlandı. II. Dünya Savaşı’nda agresif taktikler uygulayan Eisenhower’in popülaritesi arttı. 1952 başkanlık seçimini Eisenhower kazandı. Eisenhower, CIA ile komünizmin gelişimini engellemeye yönelik gizli operasyonlar uygulamaya başladı.

Berlin Duvarı

Kore, Amerika ve Ruslar arasındaki rekabette parçalanan tek ülke olmadı. Almanya da benzer bir kaderle karşılaştı. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya, dört Müttefik Güç (ABD, İngiltere, Fransa ve SSCB) arasında dört bölgeye ayrıldı. Müttefik güçler, Almanya’nın yeniden ayağa kalkmasına yardım etmek konusunda anlaşmaya varmıştı.

Hepimizin bildiği gibi Hitler’in dehşetinden neredeyse (SSCB’nin donmuş toprakları dışında) bütün Avrupa toprakları nasibini aldı. SSCB, ABD’nin kayıplarından 6 kat fazla kayıp verdi. 20 milyon SSCB vatandaşı yaşamını yitirdi. Bu ağır kayıp, SSCB’nin Almanya düşmanlığının artmasına neden oldu. SSCB kendi yönetimi altındaki Doğu bölgesine yatırım yapmadı ve bu bölgenin diğer bölgelere kıyasla geri kalmasına neden oldu.

1948 yılında Batılı Müttefikler kendi hakimiyetleri altındaki üç bölgeyi birleştirerek Batı Almanya adı ile bilinen Federal Almanya Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağladılar. Stalin bunu anti-Sovyet girişimi olarak gördü. Böylece Doğu Almanya olarak bilinen Alman Demokratik Cumhuriyeti kuruldu ve güçlendirildi. Sonuç olarak Almanya 40 yıl boyunca ikiye bölünmüş olarak kaldı. Batı Almanya ekonomik olarak güçlenirken, Doğu Almanya’nın koşulları doğudan batıya göçü artırınca, SSCB sonradan utanç duvarı olarak adlandırılacak olan Berlin Duvarı’nı inşa etti.

Duvar, ABD ve SSCB arasındaki düşmanlığı daha da derinleştirdi. Soğuk Savaş, Batı Kapitalizmi ile Sovyet Komünizmi arasında ikiye bölünmüş bir dünya ortaya çıkardı. Soğuk savaş Vietnam Savaşı, Küba füze krizi, Afganistan’ın Sovyet işgali ve daha birçok feci olayın ortaya çıkmasına neden oldu. Neyse ki doğu bloğunun dağılması ile Soğuk Savaş günleri de geride kaldı.

Kaynaklar:

 

Benzer Kanıtlar