Duygular yaşamımızı derinden etkiler. Bazen yeryüzünü cennete çevirir bazen de cehenneme… Kişiliğimizin gelişmesinde de etkilidir, anılarımıza dair kayıtların tutulmasında da… Yani özetle duygular, bizi biz yapan her şeyi derinden etkiler.

İnsanoğlu duyguların önemini fark ettiğinden bu yana konu ile ilgilenmiş, pek çok teori geliştirmiş, pek çok çalışma yapmıştır. Cevabı aranan temel soru şudur: Duygular nereden gelir? Duygular evrim sürecinin bir adaptasyonu mudur; yoksa kültürün ve toplumun ürünü mü? Bu makalede, duyguların kökenine dair farklı yaklaşımların tezleri ve antitezleri özetlenmiştir.

Duygular Evrimsel Bir Adaptasyondur!

Evrimsel psikologlara göre duygular, atalarımızın hayatta kalma amacı ile geliştirdiği adaptasyonlardan biridir. Bu bakış açısına göre, insan doğduğunda duygulara sahiptir. Bazı psikologlar, duyguların doğuştan geldiği iddiasını temel duygulara dayandırırlar. “Büyük Altılı” adı ile de anılan bu duygular; mutluluk, korku, şaşırma, öfke ve tiksinmedir. Bu görüşün öne çıkan kanıtı, duyguların evrensel olmasıdır. Dünyanın dört bir yanında insanlar, bu temel duyguları aynı şekilde yaşarlar. Yeni Gine’de dünya ile iletişimin sınırlı olduğu bir kabilede yaşayan insanlar nasıl sevinirse biz de aynı şekilde seviniriz. Çürümüş yiyecekler dünyanın her yerinde mide bulandırıcıdır. Kızgın bir suratla karşılaşmak her yerde hor görülme anlamına gelir. Ancak evrensel olmanın doğuştan gelmeyi garanti etmeyeceğini savunanlar bu iddiaya şöyle itiraz ederler: Dünya’nın dört bir yanında yaşayan insanlar, Güneş’in sıcak olduğunu bilir ama bu, bunu bilerek doğduğumuz anlamına gelmez. Yani bir bilginin evrensel olmasına bakarak doğuştan geldiğini iddia edemeyiz.

Evrimsel psikologların yaklaşımlarının bir diğer dayanağı, duygularla bedensel kalıpların ilişkisidir. Güneş’in Dünya’yı ısıttığını okulda öğreniriz ama vücudumuzun doğal bir tepkisi olan hapşırmayı birinin bize öğretmesi gerekmez, bu bilgi için deneme yanılma yöntemine de gerek yoktur. Evrimsel psikologlara göre duygular, hapşırmak gibi bedenle yakından ilgilidir. Korku ve öfke duyguları, kalbimizi hızlandırır ve kaslarımızın gerilmesine neden olur. Tehlike, korku duygusuna yol açarken vücudumuz kaçmaya ya da savaşmaya hazırlanmaktadır. Savaş ya da kaç modu, hayatta kalmamıza hizmet eden çok önemli bir işleve sahiptir. Öte yandan duygular, inançlara da benzemezler çünkü pasiftirler ve tıpkı hapşırma gibi istemsiz bir şekilde ortaya çıkarlar. Yani buna göre duygular öğrenilmez.

Evrimsel psikoloji, gelişmiş duygularımızdan bazılarını açıklamak konusunda geniş kabul gören tezler üretmiştir. Buna en güzel örnek suçluluk duygusudur. Suçluluk duygusu, kişisel kazanç beklentisiyle başkalarını aldatma girişimlerini engeller. Çünkü hile yapmak, insanları kandırmak kısa vadede kazançlı olabilse de uzun vadede büyük bir dezavantajdır. Çünkü eğer hile yapar ve yakalanırsak gelecekte kaynak değişimi yapmakta zorlanırız. Suçluluk duygusu, insanların birbirleri ile iş birliği yapmasını kolaylaştırır. Çünkü suçluluk duygusu hile yapmamızı engeller, hile yapmayan insanlar birbirine güvenir, güven iş birliği, iş birliği de güç ve gelişme sağlar. İşte bu yüzden “Güven kaybetmektense para kaybetmeyi göze alırım” diyen yaklaşım daha çok para kazanır.

Buna ek olarak evrimsel görüşün destekçileri, temel duyguların hayvanlarda da benzer bedensel tepkilere yol açtığını hatırlatarak, duyguların evrimsel gelişim sürecimizin bir parçası olarak ortaya çıktığını savunurlar.

Duygular Sosyal Bir Yapıdır!

Evrimsel psikolojiyi eleştirenler ise duyguların toplumsal bir ürün olduğunu düşünürler ve duyguların istemsiz olarak ortaya çıktığı görüşüne katılmazlar. Onlara göre duygular, bilinçli seçimlerle oluşur. Ancak insan duyguları üzerinde hakimiyeti olmadığına hem kendisini hem de çevresini inandırmak ister.

Bu görüşü savunanlar duyguları, kültürümüzün geliştirdiği ve bireylere dikte ettiği bir şey olarak görür. Yani duygularımız, toplumun davranışlarımızı etkileme araçlarıdır. Bir duygumuza göre davrandığımızda aslında kültürümüzün öngördüğü şekilde davranmış oluruz. Buna göre öfke gibi duyguların istemsiz olduklarını düşünmek bir yanılsamadır. Örneğin kızmak aslında kültürümüzün etik değerlerine göre bir şeyi gücendirici bulmamızla alakalıdır. Peki ama eğer öyleyse hayvanların kızmalarını nasıl açıklayacağız? Dahası öfke tüm kültürlerde var olan bir duygu değildir. Eskimo kültüründe öfke çok nadir görülür. Çünkü muhtemelen çetin koşullarda hayatta kalmak zorunda olan insanlar için agresif tepkiler çok risklidir. Malezya’da konuşulan Malay dilinde, öfke ile tam olarak eş anlamlı bir kelime bile bulunmamaktadır.

Kültüre göre farklılık gösteren başka duygular da vardır. Örneğin Japon kültüründe bizim hiç haberimiz olmayan duyguları tarif eden pek çok kavram vardır. Bunlardan biri “Arigata meiwaku”dur. Bu kavram, hoşlanmadığınız bir “iyilik” karşısında yaşanan sıkıntıyı tarif eder. Aslında hoşumuza gitmeyen bir jestle karşılaşmak hepimiz için rahatsızlık vericidir. Nezaketleri ile ünlü Japonlar gibi bu duyguya bir isim vermediğimize göre belli ki bu durum bizim için Japonlar kadar can sıkıcı değildir.

Özetle duygular, inançlar gibi ait olduğumuz toplum tarafından belirlenir. Başkalarının ıstırabından sevinç duyan sadist bir toplum hayal edin. Bu kültürde insanlara neşe veren şeylerin listesi, diğer insanların ıstırabına neden olan şeylere göre belirlenecektir. Kıskançlık duygusunun yoğunluğu da kültürel faktörlerden ve inançlardan etkilenir. Duyguların toplumla olan ilişkisine dair bu tezler, duyguların biyolojik gerçekler olmaktan çok toplumsal yapının ürünü olduğunu göstermektedir.

Duyguların Kökeni Nedir?

Buraya kadar duyguların kökeninin evrimsel ve sosyo-kültürel yaklaşımla açıklayan tezleri ve bu tezlere yöneltilen itirazları özetledik. Her iki yaklaşımında birbirine karşıt olmakla birlikte güçlü tezleri olduğunu gördük.

Sonuç olarak duyguları anlama konusunda her iki yaklaşımın da yadsınamaz katkıları vardır. Bu iki karşıt tezin aydınlattığı yolda iki tezi uzlaştıran ve bazı duyguların kökenini evrimde, bazılarınınkini ise toplumsal- kültürel öğrenmede bulan çağdaş yaklaşımlar geliştirilmiştir. Bu yaklaşımlar genellikle temel duyguları, evrimsel kökenle, karmaşık duyguları ise sosyo-kültürel kökenle açıklar.

Örneğin kıskançlık, eşi kaybetmenin vereceği üzüntünün yaklaşmasına duyulan öfkedir. Bu yüzden aldatılma olasılığına kızar aldatmayı iğrenç buluruz. Bununla birlikte kompleks duygular, başkalarının temel duygularından kaynaklanabilir. Karşımızdaki kişinin öfkesini haklı bulduğumuzda kendimizi suçlu hissederiz. Başkasının küçümsemesini haklı bulduğumuzdaysa utanç!

Bir diğer önemli husus ise belli duyguların farklı durumlarda farklı şekillerde ortaya çıkmasıdır. Ürkmenize yol açacak yüksek bir ses duyduğunuzu hayal edin. Kalbinizi hızlandıran bu ses, korku duygusuna yol açar ancak her korku duygusu da aynı değildir. Üzerinize doğru saldırgan bir şekilde koşan vahşi bir hayvandan korkmakla işten atılma tehdidi algısı sonucu hissettiğimiz korku aynı değildir.

Bir daha ki sefere içinizde bir duygunun kabarmakta olduğunu hissettiğinizde bu duygunuzun altında yatan temel duyguyu belirlemeye çalışın. Çünkü duygularımızı tanımlamak, çözümlemek duygusal kontrolünüze ve dengemize büyük katkı sağlar.

Kaynaklar:

Benzer Kanıtlar