Albert Camus, nam-ı diğer “Tanrısız Aziz”, felsefe tarihinin en ilginç karakterlerinden biridir. Felsefe dünyası onu, absürdizm akımının öncülerinden biri olarak görse de o, adının herhangi bir düşünce akımı ile anılmasını reddetmiştir.

Albert Camus’ya göre; insanın hayatla ilgili anlam arayışı, asla karşılanamayacak bir arzudur. Çünkü anlamdan ve amaçtan tamamen yoksun, tepeden tırnağa kayıtsız bir evrende anlam aramak ancak “saçmalık” olarak tanımlanabilir.

Bu satırları okuyan herkesin aklına gelen ilk soruyu Camus’ya soralım: İnsan, yaşamın anlamsızlığını tam olarak idrak edip içine sindirirse ne olur? 

Camus bu soruyu “Sisifos Söyleni” adlı eserinde şöyle yanıtlar: Gerçekten ciddi tek bir felsefi problem vardır. O da intihardır. Hayatın yaşanmaya değer olup olmadığına dair bir yargıda bulunmak, felsefenin temel sorusunu yanıtlamak demektir.

Absürdizmin kurucularından biri olarak kabul edilmesinin esas nedeni birçok eserinde okuyucuyu çelişkiye sürükleyen dualizmle karşı karşıya bırakmasında yatar. Mutluluk ve keder, yaşam ve ölüm vb. Bir yandan yaşayarak, yaşamımıza değer katmaya çalışır öte yandan öleceğimizi biliriz. İşte bu çelişkiye rağmen yaşamak absürt’ün ta kendisidir.

Camus’ya göre, kendini yok etmek, aslında teslim olmaktan başka bir manaya gelmez. “Stoacılığı Anlamak” adlı makalemizde detayları ile okuyabileceğiniz gibi Stoacılar, yaşamı bir sahne, insanı da rolünü oynayan bir oyuncu olarak tanımlar. Onlara göre; insan rolü bittiğinde sahneden inmeyi bilmelidir. Camus, Stoacı’ların bu görüşlerine taban tabana zıt bir noktaya varmış olmakla birlikte evrensel anlamsızlıkla uyuşmayı, tıpkı Stoacılar gibi reddeder. Camus, insana içinde bulunduğu evrensel koşullara başkaldıran bir yaşam arayışında olma çağrısında bulunur.

“Hayat hiçbir şey değildir, itina ile yaşayınız!”

Sisifos Söyleni (1942), Başkaldıran İnsan (1951) gibi kitaplarının yanı sıra bu başkaldırı anlayışını, romanlarıyla da anlatmıştır: Yabancı (1942), Veba (1947), Düşüş (1956), Mutlu Ölüm (1970) ve henüz tamamlanmadan yayınlanan “İlk Adam”. “İlk Adam’ı tamamlamaya ömrü yetmemiş “Mutlu Ölüm” gibi “İlk Adam” da Camus’un ölümü ardından yayınlanmıştır.

Yaşam öykülerine meraklı olanlar için Camus’nun yaşamının ana hatları:

Albert Camus, 1913 yılında Cezayir’in Mondovi kasabasında, yoksul bir ailede dünyaya gelir. Alzaslı babası (Alzas, Fransa’nın doğu sınırında İsviçre ve Almanya ile komşudur. Zamanında Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’nun bir parçası olan bölgede Almanca konuşulur.), 1914 yılında I. Dünya Savaşı sırasında ölmüştür. İspanyol kökenli annesi, temizlik işlerinde çalışarak oğlunu okutmaya çalışsa da bağımsız bir hayat istediği gerekçesiyle Camus, genç bir yaştayken evden ayrılır. Liseyi bitirdikten sonra Cezayir Üniversitesi’ne kabul edilir. Ancak 1930 yılında henüz üniversiteyi bitiremeden vereme yakalanır. O zamana kadar futbol, hayatının önemli bir parçasıdır ancak üniversite takımındaki kalecilik görevinden dahi hastalığı yüzünden ayrılmak zorunda kalır. Hem çalışıp hem de okuduğu için üniversite eğitimini ancak 1936 yılında tamamlar.

1934 yılında Fransız Komünist Partisi’ne katılır ancak üç yıl sonra Troçkist olduğu suçlaması ile partiden atılır. 1934 yılında evlenir. Karısı Simone Hie, bir morfin bağımlısıdır. Fakat evlilik, bu bağımlılık yüzünden değil, Simone HieSimone’un sadakatsizliği nedeniyle kısa sürede sona erer.

1935 yılında kurduğu “İşçinin Tiyatrosu” adlı tiyatro, 1939 yılında kapanır. Verem hastası olduğu için Fransız ordusuna kabul edilmez. 1940’ta piyanist ve matematikçi Francine Faure ile evlenir. 1945 yılında çiftin ikiz çocukları olur.

İkinci eşi Francine Faure ve ikiz bebekleri

II. Dünya Savaşı’nın başında pasifist bir anlayış benimsemiştir. Ancak Paris, Alman ordusu tarafından işgal edilip, komünist gazeteci Gabriel Peri, gözleri önünde idam edilince pasifist tavrı yerine başkaldırı felsefesini koyar.

1949 yılında verem yüzünden yeniden yataklara düşer. Bu hastalık döneminde “Başkaldıran İnsan” adlı kitabı yayınlanır. Ancak kitap, Fransa’daki sol çevreler hatta yakın dostu Jean-Paul Sartre tarafından hoş karşılanmaz. Bu hoşnutsuzluk, Sartre ile yollarının ayrılmasına neden olur. Ardından insan hakları konusunda kendini adamış bir şekilde çalışmaya başlar. 1952 yılında, diktatör Franco yönetimindeki İspanya, Birleşmiş Milletlere kabul edilince UNESCO çalışmalarını sonlandırmış ve kurumdan ayrılmıştır.

1954 yılında Cezayir Bağımsızlık Savaşı başladığında büyük bir ikilem içinde kalmıştır. Cezayir doğumlu bir Fransız olarak, Fransa hükümetini savunurken, yeni doğan Arap emperyalizminin batıya karşı saldırgan tavrının Sovyetler Birliği’nin işi olduğuna inanır. Cezayir’in bağımsızlığını değil özerk bir statüye kavuşmasını savunmuştur.

4 Ocak 1960’ta, Sens yakınlarındaki bir kasabada geçirdiği trafik kazası yaşamını kaybetmiştir.

Aslında Camus, karısı ve çocukları ile birlikte trenle gitmeyi planlamıştır. Hatta öldüğünde cebinde tren bileti bulunmuştur.

Yaşamının son bulmasına yol açan trafik kazası da birçok gazete tarafından “absürd bir kaza” manşeti ile duyurulmuştur.

Albert Camus’un Cenazesi

Kaynaklar:

Benzer Kanıtlar