Kendinize “Acaba benim beynim, diğer insanların beyninden farklı çalışıyor olabilir mi?” diye sorduğunuz oldu mu? Eğer sorduysanız bu sorunun kendisinin de garip olduğunu kabul etmeli ve bu yazının sizin için yazıldığını bilmelisiniz.

Şu satırları okuduğunuzda gözünüzün önünde ne canlanıyor?

“Gülbahar orta boylu, dolgundu. Duru, açık bir teni vardı. Buğday benizliydi. O, kız kardeşlerinden başka türlüydü. Ağrı dağı kadınları gibi üst üste dökmeli fistanlar giyer, saçlarını kırk örgü yapardı. Gerdanlığı altındı. Ayak bileklerine Ağrı dağı kadınları gibi altın, inci, zümrüt halhallar takardı. Çok zekiydi. Az konuşur, hep inceden gülerdi…”

Yaşar Kemal-Ağrı Dağı Efsanesi-1970

Yaşar Kemal’in bu satırlarını okuduğunuzda, hayalinizde bir kadın görüntüsü belirdi mi? Peki bu görüntü canlı, detaylı bir görüntü mü yoksa belli belirsiz puslu mu? Belki de hiçbiri. Belki siz de gözlerinizi kapattığınızda, Gülbahar’ı görmek şöyle dursun sadece karanlık görenlerdensiniz.

İnsanların büyük bölümü, bir nesnenin ismini duyduklarında (ya da bir betimleme karşısında), kafalarında bir görüntü yaratabilme yeteneğine sahipken bazılarımızın nörolojik sistemi buna izin vermiyor. Bu durumun fark edilmesi de çok zor çünkü bu yetenekten yoksun olanlar, bunun nasıl bir şey olduğunu bile anlayamıyorlar. Ne olduğunu bilmediğiniz bir şeyin sizde olup olmadığını nereden bileceksiniz öyle değil mi?

Kelime Kökeni

Aristoteles’in terminolojisinde “Phantasia”, “zihinsel temsil oluşturma gücü” demektir. Kelimenin başındaki “A ” ise kelimeye olumsuzluk manası katar. Yani “aphantasia” zihinsel bir temsilin oluşamaması demektir.

Keşif ve Araştırmalar

Düşündüğümüz nesneleri zihnimizde görsel olarak yaratma yeteneğine zihin gözü de denir. Zihin gözü, bir projektör ekranına benzetiliyor. Bazı nörolojik sebeplerle zihin gözünün işlevini yitirebildiğini ilk fark eden Charles Darwin’in kuzenlerinden biri olan antropolog ve öjenist Sir Francis Galton olmuştur. Galton, insan zekasının iç işleyişini anlamak için yenilikçi deneyler yapmıştır. Galton’un düşünceleri, Sartre’ın ve Camus’nun savunucusu olduğu saçmalık felsefesinde yankı bulmuştur. Eğer sosyal ve bilişsel bilimler, aphantasia gibi beklendik durumları açıklamamış olsaydı Sartre ve Camus gibi düşünürlerin metodolojilerini kurgulamaları büyük ihtimalle mümkün olmazdı.

Galton, aphantasia’nın ne oranda yaygın olduğunu anlamak için tasarladığı anket uygulaması sonucunda; İngiliz halkının %2,5’inin durumdan muzdarip olduğunu görmüştür. (Başka bir deyişle her 40 kişiden 1’i kafasında bir manzara resmi canlandırma imkanından yoksundur.) Bunun yanı sıra Galton, bir kaza vb. bir durum sonrasında görselleştirme yeteneğini kaybeden insanların olduğunu da fark etmiştir.

2005 yılında bilişsel nörolog Adam Zeman, kalp ameliyatı sonrası görselleştirme yeteneğini kaybeden MX kod adlı bir hasta ile ilgili çalışmalarını yayınlaması ilgi uyandırmış ve Zeman benzer durumdaki 21 kişinin daha katıldığı bir örneklem grubu üzerinde çalışma fırsatı bulmuştur. Bu insanların ve kontrol grubunun dahil edildiği çalışmada, zihinsel görüntü oluşturmadan sorumlu beyin bölümünün tespit edilebilmesi için fMRI cihazı kullanılmıştır. Aphantasia durumu tespit edilmiş deneklerin beyinlerinin frontal ve parietal loblarında aktivitenin düşük olduğu görülmüştür. Bu bölgeler, ağırlıklı olarak soyut düşünce ve hayal kurma ile ilişkilidir. Bu lobların önemli bir bölümü anıları saklamak, görsel ve kokusal verileri birleştirmek için kullanılır. Bunu bilgisayarımızda bir power point sunumu hazırlamaya benzetebiliriz. Bu loblarda tıpkı power point sunumu hazırlarken zaten var olan bir şablona bilgisayarımızda kayıtlı fotoğraflardan eklememize benzeyen bir fonksiyon çalışır. Ayrıca oksipital ve temporal loblar bu bilgiyi işler ve istenen görselleri ekrana yansıtır. Bu hastaların hafızalarında bir sorun olmamasına karşın görselleştirme yeteneklerinin olmamasını Zeman sinir ağları arasındaki bağlantı kesilmelerinden ya da bu bağların hiç var olmamasından kaynaklanabileceği yorumunda bulunmuştur.

Çok ilginç bir şekilde bu görselleştirme yeteneğinden yoksun olan bu insanlar, son derece renkli ve canlı rüyalar görebilmektedir. Zeman’a göre bu durumun esas nedeni bu kişilerin görüntü oluşturamaması değil, nörolojik bir durum yüzünden oluşturdukları görüntülere bilinçli bir erişimlerinin olmamasından kaynaklanır. Konjenital (doğuştan gelen) aphantasia olarak bilinen bu durum neyse ki hayati bir yoksunluk değildir.

Diğer Etkiler

İnsan beyninin plastisitesi (yani duruma uygun olarak gelişme kabiliyeti) o kadar verimlidir ki görselleştirme işini üstlenmiş olan loblar, yeni bağlantılar oluşturarak hafızanın keskinleşmesini sağlayabilirler. Yüzleri hatırlamak konusunda sıkıntı yaşayan kişilerin, gerçekleri kavramak konusunda çok daha iyi performans gösterdikleri görülmüştür.

Sevdikleri insanların özellikle ölmüş olan yakınlarının yüzünü hatırlayamadıkları için derin bir üzüntü hissettiklerini söyleyen bu insanlara yakınları ile ilgili sorular sorulduğunda verdikleri yanıtların normalden daha fazla analitik ve detaylı özelliklere sahip olduğu görülmüştür.

Firefox’un kurucusu ve dahi bir programcı olarak kabul edilen Blake Ross, aphantasiası ile ilgili olarak Facebook hesabında hayatı boyunca hiçbir şeyi gözünde canlandırmadığını söylemiştir. Hayatı boyunca canlı tasvirler yapılan kitapları okumaktan kaçındığını, uyuyabilmek için koyunları say ifadesi ise bir metafor sandığını söylemiştir.

Aphansia hakkında henüz yeterince araştırma yapılmamıştır. Bu yüzden bu konuda bir tedaviden söz etmek de söz konusu değildir. Aphansia’nın genetik mi yoksa psikolojik faktörlerin etkisi ile mi ortaya çıktığı konusu da tartışmalıdır.

Artılar ve Eksiler

Görselleştirme yeteneği, hayatımızda pek çok alanda işimize yarar: Zihinsel modeller kurgularken, roman okurken, tasarım yaparken (cisimlerin şeklini tasarlarken, zihnimizde cisimlerin rotasyonunu değiştirirken) vb. Aynı zamanda bu yeteneğimiz öğrenmemizi hızlandırır ve pek çok alanda performansımızı artırır. Sporcuların ve müzisyenlerin zihinsel provalarının fiziksel prova kadar yararlı olduğunu bildirmektedir. Ancak bu yeteneğin sağladığı bu güzelliklerin yanı sıra bazı zorlukları da vardır. Örneğin durumla tamamen alakasız çağrışımlara yol açarak, asıl istediğimiz konuya odaklanmamızı engelleyebilir. Sınavlarda yarışmalarda bu önemli bir handikap yaratabilir.

Son olarak aphantasia’nın geniş bir spektrum şekilde var olduğunu belirtmek isterim. Yani aphantasia “var ya da yok” olarak tanımlanabilecek birşey değil. Konu ile ilgili okumalarım sırasında “acaba ben aphantasia spektrumunun neresinde yer alıyorum?” diye düşünüp durdum. Gülbahar’ın görüntüsünü yaratabildiğimi düşünüyordum ama öte yandan ben de tıpkı Blake Ross gibi  “koyun sayma”yı bir metafor sandığımı fark ettim. Sonuç olarak böyle bir durum olduğunu spektrumun neresinde yer alırsak alalım yalnız olmadığımızı bilmek güzel.

Kaynaklar:

Benzer Kanıtlar