Nadir rastlanan genetik bir durumun sonucunda, amigdalanın hasar görmesi ile ortaya çıkan Urbach-Wiethe hastalığı, korku duygusunun ortadan kalkmasına neden oluyor. Bu hastalar üzerinde yapılan çalışmalar, beynin duyguları düzenleyen bölümleri ile ilgili yepyeni bilgiler elde edilmesi sağlandı.

Korku duygusunun önemi

Korku duygusu, kendimizi korumamızı sağlıyor. Ancak aynı zamanda da sınırlayıcı. Birçoğumuz tehditleri olduklarından daha büyükmüş gibi algılayarak, kendimize korku duvarlı hapishaneler inşa ediyoruz. Sonra da korku duygusunun bizi nasıl ele geçirdiğini fark edip, ona savaş açıyoruz. Hal böyle olunca riskleri küçümsemek, korkmamak havalı bir durum haline geliyor. Fakat korku duygusundan yoksun Urbach-Wiethe hastalarının yaşamı hiç kolay değil.

Korku ve Amigdala (corpus amygdaloideum)

Beynin orta temporal lobunda bulunan, şekli bakımından bademe benzetilen amigdalanın, duygusal tepkilerin ve duygusal hafızanın ortaya çıkmasında önemli görevler üstelendiği düşünülmektedir. Beyin görüntüleme çalışmaları, korku sırasında beynin bu bölgesindeki etkinliğin arttığını göstermektedir. Ancak bu etkinliğin beyindeki başka yapılarda meydana gelen süreçlerin bir sonucu olarak geliştiğini düşünen nörobiyoloji uzmanları, urbach-wiethe hastaları ile yaptığı çalışmalar sonucunda, amigdalanın korku duygusunun ortaya çıkmasının tek sorumlusu olmadığını anladılar.

Amigdala

Urbach-Wiethe korku duygusunu nasıl ortadan kaldırıyor?

Urbach-Wiethe hastalığı teşhisi konan S.M. korku duygusunu, hastalığın gelişmediği, 10 yaşından önceki dönmeden tanıyor ama o zamandan beri hiçbir şey onu korkutmuyordu. 44 yaşındaki 3 çocuk annesi S.M., çocuklarını dehşete düşüren bir yılanı, hiçbir korku tepkisi göstermeden eline alabiliyordu. Isırması durumunda korkunç acılara yol açacağı konusunda uyarılmasına rağmen, bir tarantulaya hiç tereddüt etmeden dokunabilmişti. Hatta bir soyguncunun boğazına dayadığı bıçağa hiç aldırış etmeden sakin tavırlar sergilemiş, S.M.’nin tavrı karşısında çok şaşıran soyguncu, S.M.’yi bırakıp kaçmıştı.

Genetik bir bozukluktan kaynaklanan Urbach-Wiethe hastalığı ilerledikçe, S.M’nin amigdalası hasar görmüş ve hemen ardından korku duygusu tamamen yok olmuştu. Bu da uzmanların amigdalanın korku duygusundan tamamen sorumlu bölge olduğunu düşünmelerine yol açmıştı.

Solda sağlıklı bir bireyin, sağda ise S.M.’nin beyin MR sonucu yer almaktadır. Fotoğraf: Iowa Nörolojik Hasta Kayıt Defteri / Iowa Üniversitesi

S.M. daha önce birçok araştırmaya katılmıştı. Bu araştırmalarda korku deneyimi yaşatma potansiyeli yüksek, yılanlar, örümcekler, eğlence parklarında sunulan korkutucu deneyimlerden hiçbiri S.M.’yi korkutamamıştı. Ancak son yapılan çalışmada(Wisconsin-Madison Üniversitesi nörobiyoloji uzmanlarından Mike Koenigs )araştırmacılar, hem S.M.’yi hem de aynı hastalıktan mustarip iki hastayı korkutmayı başardılar.

Urbach-Wiethe hastalarını korkutmayı başaran deney!

Deneye katılan üç Urbach-Wiethe hastasına karbondioksit maskesi takıldı. Maskeden  hastaların yüzüne karbondioksit gazı püskürtüldüğünde, üç hasta da şoka girerek, dehşet içinde maskeyi yüzlerinden çıkardılar. Urbach-Wiethe hastası olmayan kontrol grubu olarak deneye katılan 12 kişiden ise sadece 3’ü S.M. ve arkadaşları gibi tepki verdiler.

Boğazına bıçak dayandığında hiçbir korku hissetmeyen S.M.’nin, karbondioksit deneyinde büyük bir dehşet yaşaması, araştırmacılara bu iki korku unsuru arasında bir fark aramaya yöneltti. Araştırmacılar, S.M.’yi korkutmayan tüm korku unsurlarının dış dünya ile ilişkili olmasına karşın, karbondioksit soluma deneyinde yaşanan korkunun bir içsel deneyim olduğunu gördüler. Yani korku duygusuna yol açan iki farklı unsur var. Biri dış dünya ile ilgili tehditler, diğeri ise içsel deneyimlerimizle fark ettiğimiz tehditler(boğulma duygusu gibi)

Amigdalası hasar görmüş hastalar, dış dünyada söz konusu olan tehditleri algılama yeteneklerini yitirmelerine karşın, içsel deneyimlerin verdiği tehdit uyarılarını algılamaya devam ediyorlardı.

Bu aşamada araştırmacılar başka bir soru ile karşı karşıya kaldılar. Amigdalası hasar görmemiş olan kontrol grubundaki katılımcıların büyük bir bölümü karbondioksit deneyinde korku hissetse de dehşete kapılmamışlardı ancak üç Urbach-Wiethe hastası da büyük bir korku yaşamış, hatta şoka girmişlerdi.

Bunun nedenini anlamak için karbondioksit deneyinin ikincisi yapıldı. İkinci deneyde hasta olmayan katılımcılar, maskenin takılması ve diğer hazırlıkların yapılması sırasında, kalp atışları hızlandı ve diğer endişe tepkileri verdiler fakat amigdalası hasarlı olan hastalarda bu tepkiler gözlenmedi. Deneyin birincisinde daha büyük bir korku yaşamış olan bu üç hasta, deneyin ikinci aşamasına hazırlanırken, hiçbir endişe duygusu hissetmediler.

Araştırmacılar, beynin reseptörlerinin iç uyaranların sinyallerini beynin amigdala dışındaki bölgelerine de gönderdiğini tespit ettiler. Amigdalası hasar görmüş olan hastalar bu sinyaller nedeni ile büyük bir dehşet yaşarken, amigdala fonksiyonları devam eden kişiler, aslında dış dünyada ciddi bir tehlike ile karşı kaşıya olmadıklarını biliyorlardı. (Çünkü katılmış oldukları deneyin sağlıklarına zarar vermeyecek olduğuna eminler.) Dolayısıyla içten gelen tehdit uyarılarını, dış tehditleri algılamakla görevli amigdalaları ile yeniden değerlendirebiliyorlardı. Oysa amigdalası hasar görmüş olan hastalar, bunu yapamıyordu.

Bu çalışma, daha önce amigdalanın işlevi ile ilgili yapılan birçok çalışmanın neden birbirini doğrulamadığının da anlaşılmasını sağladı. Bazı anksiyete ve panik atak hastalarının amigdala bölgesinde hasar tespit edilmişti. Yani amigdalanın hasarı bazı hastalarda aşırı korkuya neden olurken, bazı hastalarda (Urbach-Wiethe) korku duygusunun ortadan kalmasına neden oluyordu. Sonuç olarak, amigdalanın görevinin sadece korkuyu tetiklemek ve tehditleri algılamak sınırlı olmadığı, bu görevinin yanısıra korkuyu dengelemek gibi bir görevi de üstlendiği ortaya çıkmıştır.

Deney sayesinde elde edilen bu yeni bilgilerin, panik atak ve anksiyete gibi diğer korku temelli hastalıkların tedavisinde önemli katkıları olması bekleniyor.

Kaynaklar:

Benzer Kanıtlar