Sabah ne kadar erken kalksanız da gideceğiniz yere geç mi kalıyorsunuz? Muhtemelen siz de doğuştan geç kalanlardan birisiniz.

Saçlarını asansörde tararken tokasını ağzında tutan, kravatını araba kullanırken bağlamayan çalışan sevimli bir telaş içindeki bu insanların etrafında genellikle pek de sevimli görünmeyen, çileden çıkmış ya da çıkmak üzere olan insanlar olur.

Belki bu tariflerden hiçbiri size uymuyor ama mutlaka doğuştan geç kalan birini tanımışsınızdır. Her yıl milyarlarca dolar kayba neden olan bu insanların, neden böyle olduklarını merak ettiniz mi? Bu insanlar kaba, tembel ve umursamaz oldukları için mi geç kalıyorlar yoksa bunun altında yatan başka bir neden mi var?

Hangisine daha yakınsın? Charlotte Bronte mu yoksa Jane Austen mı?

Doğuştan geç kalan kişiler, genellikle başkalarını önemsemeyen, bencil, kaba, düşüncesiz ve tembel olmakla suçlanırlar. Oysa House veya Mentalist gibi dizileri izleyenlerin çok iyi bileceği gibi davranışlarımızın ve eğilimlerimizin derinliklerinde bilinçaltı süreçler yatar. Yani Hemingway’in dediği gibi “Yargılama, anla!”

“Doğuştan geç kalan” tabirini kullanırken, kelimenin tam anlamıyla doğuştan gelen, köklü bir özellik olduğunu belirtmek istedim. Çünkü aslında hiç kimse kaba, bencil ve güvenilmez olarak algılanmak istemez. Ancak bu insanlar, karakter özelliklerinin kontrol edemedikleri bazı unsurları yüzünden geç kalmayı önleyemezler.

Geç kalmanın titizlik ve mükemmeliyetçilikten kaynaklandığına dair yaygın bir görüş vardır. Eğer bir işin belirli bir zamanda bitirilmesi gerekiyorsa abartılı titizlik büyük bir sorundur. Aynı dertten ben de muzdaribim. Çünkü genellikle ufacık bir detaya büyük bir zaman harcama konusunda önüne geçilmez bir arzu duyuyorum. Bazen bir saatte bitirebileceğim bir işe, 5-6 saat harcıyorum.

Virginia Woolf yazarların içine düştükleri derin bir ikilem olduğunu söyler. Yazar en güzel kelimeyi bulmak için, tıpkı dağlara tırmanmak, ormanlarda koşmak, en tehlikeli derinliklere dalmak gibi büyük bir çabayla çalıştığında üretkenliği düşer ya da tam tersine basit ifadelerle yetinerek, üretken bir yazar olabilir ancak bu defa da eserlerinin sanatsal değerinden ödün vermek zorunda kalır. Woolf’a göre Charlotte Bronte’ı, Jane Austen’tan ayıran da bu özelliktir. Bu durum birincisinin dahi bir şair, ikincisinin ise sadece bir hikayeci olarak anılmasına yol açmıştır.

Bununla birlikte mükemmeliyetçiliğin bir insanı dahi ya da verimsiz kılacağını söylemek de doğru değildir. Yani dürüst olmak gerekirse mükemmeliyetçilik çoğunlukla sadece zamanın boşa harcanmasına neden olur. Hatta daha da kötüsü mükemmeliyetçilik yüksek bir kaygıdan kaynaklandığından sonu gelmez yeniden gözden geçirmelere, hatalara odaklanmaya ve daha çok hata yapmaya yol açar.

Bununla birlikte size kötü bir haberim daha var: Birçok psikolog mükemmeliyetçiliğin genellikle mükemmel olmama korkusundan değil, daha kabul edilebilir bir mazeret bulma avantajından kaynaklandığını öne sürer.

Tip A ve Tip B

Psikologlar insanları kabaca iki sınıfa ayırıyor. Tip A ve Tip B. Tip A’lar, Mark Zuckerberg gibi başarı takıntısı olan, son derece rekabetçi kişilerken; Tip B’ler, Van Gogh gibi durgun, düşünceli, keşif yapmaktan zevk duyan insanlardır.

Bu kişiliksel farklılık, tamamen farklı bir perspektife sahip olmaktan kaynaklanır. Tip A ve Tip B gerçeği birbirinden farklı algılar. Tip B’ler, zorlukları küçümsemeye yol açan iyimserlik yanılgısından (optimism bias) muzdaripken; Tip A’lar, zorlukları abartma eğilimi şeklinde ortaya çıkan kötümserlik yanılgısından (pesimism bias) muzdariplerdir.

Tahmin etmiş olacağınız gibi geç kalanlar Tip B’lerdir. Zira onlar yolun fazla zaman almayacağını, işleri kolaylıkla yapabileceklerini herhangi bir aksiliğin çıkmayacağını düşündüklerinden, acele etmeye gerek duymazlar. Yani sonuç olarak iyimserlik, hafife almaya ve bu da geç kalmaya yol açar. Peki neden bu kadar iyimserler?

Bunun nedeni; bu iki tipin zaman algılarının farklı olmasından kaynaklanır. Tip B iyimserliğinden dolayı zamanı olduğundan daha yavaş algılarken, Tip A’nın kötümserlik eğilimi, zaman algısını hızlandırır.

Bu bilgi bir araştırmaya dayanmaktadır: Bir grup deneğe, aynı görev verilir. İşi tamamlayan denekten, işi yapmak için kullandığı süreyi tahmin etmesi istenir. Tip A’ların 1 dakikayı ortalama 58 saniye olarak algıladıkları, Tip B’lerin ise ortalama 77 saniye olarak algıladıkları görülür.

Sonuç olarak bazı insanlar, zamanı algılama konusunda diğer insanlardan daha başarılıdır. Algılama hatası doğuştan gelen bir özellik olduğuna göre suçu genlerimize atabiliriz. Ancak sürekli olarak geç kalan kişinin aynı zamanda başarı odaklı ve rekabetçi bir yapısı varsa yani Tip A’ya daha yakın bir kişiyse, suçu genlerde aramak doğru olmaz. Bu durumda bencillik, umursamazlık, kabalık vb. sebepleri yeniden düşünmeye başlayabiliriz.

Kaynaklar:

Benzer Kanıtlar