İnsanoğlu rekabet etme konusunda güçlü bir eğilime sahiptir. Spordan politikaya, sanattan akademik kariyere kadar hayatın hemen her alanında rekabet etmekten hoşlanırız. Kendimizi başkaları ile kıyaslamanın en eğlenceli olduğu alan ise “zeka”dır.  “Akılları pazara çıkarmışlar herkes kendi aklını almış!” atasözünde hicvedildiği gibi, çoğu kişi zeka konusunda yaptığı kıyasta kendisini avantajlı görür.

Bugün birçok kişi zeka düzeyinin yaşam boyu aynı kaldığını düşünüyor ama aslında bu doğru değil. Bunun neden böyle olduğunu anlayabilmek için öncelikle IQ testinin tam olarak ne olduğunu anlayarak işe başlamalıyız.

IQ testi nedir?

En iyi bilinen zeka ölçüm yöntemi olan IQ testi, uygulandığı kişinin zekasını, nüfusun geri kalanına göre (mümkün olduğunca doğru bir şekilde) tahmin edilmesine dayanan standardize edilmiş bir testler serisidir.

Bu testler, gerçek bilgiler ve hesaplamalardan ziyade spesifik olmayan bilgi ve becerilere dayanır. Örneğin çoğu IQ testi; akıl yürütme becerileri, rasyonellik, matematik, problem çözme, örüntü tanıma vb. alanlardaki yeterliliklerin tespit edilmesine odaklanmış görsel ve sözel sorulardan oluşur. Mümkün olduğunca dezavantajları ortadan kaldırmak için testin kapsamı geniş tutulur.

IQ testi, ortalama insan zekasını 100 puana denk gelecek şekilde ölçeklendirmiştir ve standart sapması 15’tir. Yani insanların büyük bölümünün zeka düzeyi birbirine yakındır.

IQ testinden alınan puanın 100 puana olan yakınlığı veya uzaklığına bakarak kişi kendisini nüfusun bütünü ile kıyaslayabilir.

Bu değerlendirme ölçütlerine göre normal zeka seviyesi 85-155 aralığındadır ve insanların büyük bölümü bu aralıkta yer alır. En yüksek IQ puanının kime ait ve kaç puan olduğu bilinmemekle birlikte 250-300 arasında olduğu tahmin edilmektedir.

IQ seviyesinin yaşam boyu sabit olmamasının nedenleri;

IQ testlerinin formatı ilk kez 1900’lü yılların başında Alfred Binet tarafından çocukların biyolojik yaşları ile zeka katsayıları arasındaki oranı tespit etmek ve bu çocukların ilerideki akademik başarılarını tahmin etmek için geliştirilmiştir. Buradaki çıkış noktası, çocuğun saptanan zeka düzeyinin tüm hayatı boyunca geçerli olacağı tezine dayanmaktadır. Bu anlayış, entelektüel yeteneğin kalıtsal olduğunu savunanlar tarafından da desteklenir. Ancak modern araştırmalar çevrenin ve beslenmenin zeka düzeyini etkilediğini göstermiştir.

Genler ve IQ puanları arasında bir bağ kurmaya çalışan genetik araştırmalar da zekanın ve entelektüel kapasitenin, sadece doğumla gelen bir özellik olmadığını belli çevresel, sosyal, bilişsel, kültürel ve ailesel değişkenlerden etkilendiğini göstermiştir.

Ayrı büyüyen tek yumurta ikizleriyle birlikte büyüyen tek yumurta ikizlerinin dahil edildiği araştırma, zeka gelişiminde kalıtsal faktörlerin etkili olması yanı sıra çevresel faktörlerin de etkili olduğunu göstermiştir.

Bunun da ötesinde zeka gelişim evreleri kişiden kişiye değişmektedir. Tıpkı bazı çocukların boylarının akranlarından daha geç veya daha erken uzaması gibi, bilişsel gelişimde de farklılıklar olağandır. Henüz dört yaşındayken okuma yazma öğrenen her çocuğun yaşam boyu akranlarından daha yüksek bir IQ seviyesinde olacağının garantisi olmadığı gibi konuşmaya ancak dört yaşında başlayan bir çocuğun yetişkin olduğunda zeka seviyesinin ortalamanın altında olacağı söylenemez. Nitekim bilim tarihi geç konuşan dehalarla doludur.

IQ seviyesinin aynı kalacağı yönündeki iddia sadece yanlış değil aynı zamanda eğitimin algılanışı açısından tehlikelidir. Kişinin bilgiyi edinme, düzenleme, hafızaya alma ve kavrama vb. alanlarda ilerleme kaydedebildiği birçok araştırma ile teyit edilmiş bir bulgudur. Zeka testlerinin tek amacı insanların geliştirilmesi gereken yönlerini keşfetmek olmalıdır.

Kaynaklar

Benzer Kanıtlar