Birçok insan kendini “sosyal kelebek” olarak tanımlıyor bazıları ise “yalnız şövalye”. İnsan topluluklarında bu iki tipe de sıklıkla rastlanıyor. Bazılarımız etrafımız insanlarla dolu olmadan rahat edemezken bazılarımız yalnız kalmayı tercih ediyor.

Yalnız olmanın rahatlatıcı bir tarafı olduğunu kimse inkar edemez. Zira sadece sosyal sorumluluk baskısının ortadan kalkması bile insanı rahatlatır. İnsan yalnızken derin düşüncelere dalabilir, seçimlerini tamamen kendi arzularını dikkate alarak yapabilir ve kendini daha özgür hissedebilir. Bunlar yalnızlığın hoş yanları ancak bir de öteki yüzü var. Bu makale, yalnızlığın karanlık yüzünü irdelemek amacı ile yazılmıştır.

Kutsal Yalnızlık

İnsanoğlu, milyonlarca yıllık tarihi boyunca toplum yapıları içinde varlığını sürdüren bir tür olmuştur. Antropolojik tarihimiz hayatta kalma başarımızın iş birliği yapabilme kabiliyetimize bağlı olduğunu gösteriyor. Mağaralarda yaşayan avcı ve toplayıcı atalarımızdan günümüze dek gerçekleşmiş olan ilerlememizi topluluk halinde yaşamamıza ve birbirimize destek olmamıza borçluyuz.

Bu nedenle insan türü için yalnızlık, istisnai bir durumdur ve derin psikolojik etkileri vardır. Bazen de etrafımız aile ve arkadaşlarla çevrili olduğu halde yalnız hissederiz. Yani kalabalıklar içindeyken bile yalnızlığın karanlık yüzü ile karşı karşıya kalabiliriz.

Desperate Housewives adlı dizide Lynette adlı kahramanın unutulmaz repliği.

Yalnızlık ve sosyal izolasyon farklı şeylerdir. Yalnızlık, insanların sahip olmayı istedikleri ilişki sayısının ve kalitesinin sahip olduklarından az olmasıdır. Sosyal izolasyon ise diğer insanlarla olan etkileşimin miktarına dayanır. Hem yalnızlığın hem de sosyal izolasyonun genel sağlık durumumuz ve yaşam süremiz üzerinde somut etkileri vardır.

Gerçek yalnızlık

Dünyanın giderek dijitalleşmesi, insanların sosyal etkileşimini artırdı. Ancak bu etkileşim türü fiziksel ve anlamlı ilişkilerdeki etkileşimin yerini tutmuyor. Sosyal medya platformları, akıllı telefonların sağladığı sürekli “bağlantı” içinde olma hali ile sosyal bir illüzyon yaratıyoruz. Mesaj, beğeni vb. etkileşimlerde bulunurken yalnız olmadığımızı sanıyoruz ama yanılıyoruz.

Amerika’da 50 milyon katılımcının iştiraki ile yapılan araştırmada, katılımcıların yaklaşık %15’i mutsuzluk kaynağı olarak yalnızlığı göstermiştir. Ancak işin ilginç tarafı, yalnızlık faktörünün yükselişinin sosyal medya ve internetin yaygınlaşmasıyla aynı zamanda denk gelmiş olmasıdır. Yani dijital dünyanın gelişimi ile sosyal etkileşimimiz artmış olsa da kendimizi eskisinden daha yalnız hissediyoruz.

Kendisini mutsuz olarak tanımlayan birçok insanın mutsuzluk kaynağının yalnızlık olduğunu bildirmesi üzerine bu konuda birçok araştırma yapılmıştır. Katılımcıların haklı olduğunu gösteren birçok bulgu elde edilmiştir. Örneğin yalnız insanlar ile yalnız olmayan insanların aynı durumlara verdikleri nöral tepki örüntülerinin farklı olduğu görülmüştür. Yalnız olmayan insanların, yalnız olanlara göre empati yeteneklerinin daha yüksek olduğu ve duygu yelpazelerinin daha geniş olduğu gözlemlenmiştir.

Yalnızlığın etkileri

Yalnızlık insanın çevresiyle ilgili algısını derinden etkiler. Yalnız olduğumuzda çevremizdeki tehditlere karşı daha duyarlı, reddedilme konusunda daha hassas oluruz ve etkileşime girdiğimiz insanları daha fazla yargılarız. Karşımızdaki insanlar da durumu fark eder ve bizden uzaklaşmaya çalışırlar. İşte o zaman döngülerin en kısırına hapsoluruz. İnsanların uzaklaştığını fark etmek kalbimizi kırar ve yalnızlığı daha çok tercih etmemize yol açar. Yalnızlık derinleştikçe, reddedilme korkumuz yükselir ve çevresel tehditleri abartma eğilimimiz artar.

Yalnız olmanın fizyolojik etkileri de vardır. Kendisini “yalnız” olarak tanımlayan insanların bağışıklık sistemi hücrelerindeki gen ekspresyonu, kendilerini yalnız olarak tanımlamayan insanlarınkine oranla inflamasyona (İltihap, tahriş vb. enfeksiyona karşı vücudun tepkisi anlamına gelir.) daha yatkındır.

Beslenme: Bu son derece kişisel bir seçim gibi görünse de araştırmalar, yalnız yemek yemenin sağlıksız seçimler yapma olasılığını artırdığını göstermiştir. Yaşam stili olarak zamanının çoğunu evde yalnız oturarak geçiren insanların, sosyal bir yaşam stilini benimsemiş olanlara oranla obeziteye yakalanma riskleri yükselmektedir.

Kalp hastalıkları: Yalnızlık vücudumuzdaki stres hormonu seviyesini yükselttiği için kalp ve kardiyovasküler sistemde oksidatif stres hormonu salınımı hızlanır. Bu durum, yalnız olan insanlarda koroner kalp hastalığı, ateroskleroz, kalp krizi vb. sorunların daha erken yaşlarda ortaya çıkmasına neden olmaktadır. (Stres ve üzüntünün yol açtığı “Kırık Kalp Sendromu” ile ilgili makalemizde konu ile ilgili daha detaylı bilgi bulabilirsiniz. Okumak için tıklayın.)

Bilişsel Bozukluklar: Sosyal etkileşim ve konuşma beynimizin üst düzeyde çalışmasını gerektiren aktivitelerdir. Demans ve Alzheimer hastalığı “yalnız” olarak tanımlanan insan popülasyonunda daha yaygındır. Sosyal etkileşimlerinin düşük seviyede olmamasına karşın kendilerini “yalnız” olarak tanımlayan insanların, fiziksel olarak yalnız yaşayan insanlara oranla bellek problemlerinin daha fazla olduğu görülmüştür. Bu da insanın kendisine dair algısının çok güçlü bir değişken olduğunu ortaya koymuştur.

Uyku bozuklukları: Kötü uyku alışkanlıkları ve yalnızlık arasında sıkı bir ilişki olduğunu gösteren birçok araştırma bulgusu vardır. Stres hormonlarının yüksek seviyesi, yalnız insanların uykuya dalma ve derin ve rahat bir şekilde uyuyabilmelerini engeller.

Ölüm: Yalnızlığın kendisi ölüme neden olmaz ama daha erken ölmemize yol açacak risk faktörlerini artırdığı kesindir. Yalnız insanların bu sağlık sorunlarına olan eğilimleri yaşam sürelerinin kısalmasına neden olmaktadır. Bu sorunlar aynı zamanda bazı psikolojik sorunları da tetikler: Kendine zarar verme davranışı, alkol ve uyuşturucu madde kullanımı, kötü alışkanlıkların artma potansiyeli yalnız insanların yaşam sürelerini kısaltır. Genel olarak yalnız olan insanların (doğal nedenler dışındaki ölüm nedenleriyle) erken ölme olasılıkları %25 daha fazladır.

Gördüğünüz gibi yalnızlık pek insana uygun bir şey değil. Son birkaç milyon yıldan beri deneyimlediğimiz gibi kendi başımıza yapamıyoruz. Bazı anlamlarda yalnız kaldığımız zamanlara ihtiyacımız olsa da anlamlı sosyal etkileşimlerin hayatımızı güzelleştirdiği kesin. O halde yalnızlığımızı nasıl gidereceğimizi düşünmemiz gerekiyor.

Yalnızlıktan nasıl kurtulabiliriz?

Yalnızlıkla başa çıkabilmek için önerilen bazı yöntemler var. Etkileşime girilen insan sayısını artırmak, sosyal yetenekleri geliştirmek vb.  Ancak bu çabaların etkili olabilmesi için insanın öncelikle dünyayı algılama şeklini değiştirmesi gerekiyor. Çevredeki tehditleri abartılı bir şekilde algılamak, insanlara güvenmemek, incinmemek için güçlü kalkanlara sahip olmak yalnızlığa yol açarken, yalnızlık bu algıları güçlendiriyor. Yani bu kısır döngüyü bir yerden kırmadan yalnızlıktan kurtulmamız mümkün değil.

Yalnızlıkla mücadele ederken yardımcı olacak 3 öneri:

  • Sosyal başarısızlıkları kendinize değil, içinde bulunan duruma atfedin.
  • Karşınızdaki insanlarda art niyet aramak yerine onlara güvenmeye, eğer başaramıyorsanız en azından onlara karşı nötr kalmaya çalışın. Başka bir ifade ile koruma kalkanlarınızı indirin!
  • Dışarı çıkın!

Kaynaklar:

Benzer Kanıtlar